Üç-dört yıl önce, "Çarkıfelek" adlı bir öykü yazıyordum. Evet, çarkıfelek, direksiyonun da eş anlamı olduğu malum. Yoğun trafikte, aynı araçtaki iki arkadaş, kendilerini beklenmedik bir kovalamacanın içinde buldular. Polis müdahalesi gelene kadar, direksiyon başındaki arkadaşıyla yanındaki, adrenalin doruklarında tek kelime etmeden yol aldılar. Polis, onları ve kazaya karışan diğer araçları durdurduğunda, sorgulamalar başladı. Direksiyondaki arkadaş, doğru şeyi yaptığını düşünürken, yanındaki arkadaşının kafası karmakarışıktı ve direksiyondakine duyduğu güven gidip geliyordu.
Bu olayın ardındaki hikaye, o an yaşadıklarımla ilgili sorularımı tetikledi: "Ne oldu? Başımıza gelen bu olayda ben mi haklıydım, yoksa o mu?" Karar veremeyince, arkadaşlarıma danışmaya, fal bakmaya ve işaret aramaya başladım. Sanki tüm evren, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir sabah uyandığımda, kendimi aptal yerine konmuş, kullanılmış hissediyordum. Mağduriyet duygusu içindeydim, ama bir de aynaya baktım mı? Kendimi zalimliğe iten de ben değildim mi?
Bu duygular arasında gidip gelirken, bir sabah uyandığımda tam tersi bir hisse kapıldım. Artık mağdur değil, zalim olmuştum. Karşısındaki kişinin manipülasyonuna maruz kalmış gibi hissettim ve kendimi korumaya çalıştım. Bu iki uç durum arasında sıkışıp kaldım ve düşüncelerimin esiri oldum.
O zaman anladım ki, bu çarkıfelekteki durağım da bir yalandı. Düşüncelerim, algılarım ve duygularım sürekli değişiyordu. O zaman öğrendim ki, kendilik algımız ne kadar değişken ve kırılgan. Bu deneyimden sonra, Krishnamurti'nin sözlerini hatırladım: "Transandental meditasyon mu? Boşuna uğraşmayın. İzleyin, gözlemleyin. Çünkü her şey değişiyor."
O günden beri, düşüncelerimi izliyorum. Onların esiri olmaktan çıkıp, gözlemlemeye başladım. Evet, düşüncelerim değişiyor, duygularım dönüyor ve algılarım renkleniyordu. O zaman anladım ki, gerçeklik algımız da değişkendi. Varlığın katı ve etiketlenebilir olmadığını gördüm. Her şey dönüşüyordu, ben de dahil. Bu aydınlanma anımdı ve o günden beri bir dinginlik hissediyorum.
Arkadaşımın sorduğu soruya gelince, cevap basit: "Çünkü kendilik algımız hikaye. Değişen düşüncelerimize ve duygularımıza kapılıp gitmek yerine, onları gözlemlemeyi tercih ediyorum. Gülüyorum, çünkü bu da geçecek."
Bu olayın ardındaki hikaye, o an yaşadıklarımla ilgili sorularımı tetikledi: "Ne oldu? Başımıza gelen bu olayda ben mi haklıydım, yoksa o mu?" Karar veremeyince, arkadaşlarıma danışmaya, fal bakmaya ve işaret aramaya başladım. Sanki tüm evren, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir sabah uyandığımda, kendimi aptal yerine konmuş, kullanılmış hissediyordum. Mağduriyet duygusu içindeydim, ama bir de aynaya baktım mı? Kendimi zalimliğe iten de ben değildim mi?
Bu duygular arasında gidip gelirken, bir sabah uyandığımda tam tersi bir hisse kapıldım. Artık mağdur değil, zalim olmuştum. Karşısındaki kişinin manipülasyonuna maruz kalmış gibi hissettim ve kendimi korumaya çalıştım. Bu iki uç durum arasında sıkışıp kaldım ve düşüncelerimin esiri oldum.
O zaman anladım ki, bu çarkıfelekteki durağım da bir yalandı. Düşüncelerim, algılarım ve duygularım sürekli değişiyordu. O zaman öğrendim ki, kendilik algımız ne kadar değişken ve kırılgan. Bu deneyimden sonra, Krishnamurti'nin sözlerini hatırladım: "Transandental meditasyon mu? Boşuna uğraşmayın. İzleyin, gözlemleyin. Çünkü her şey değişiyor."
O günden beri, düşüncelerimi izliyorum. Onların esiri olmaktan çıkıp, gözlemlemeye başladım. Evet, düşüncelerim değişiyor, duygularım dönüyor ve algılarım renkleniyordu. O zaman anladım ki, gerçeklik algımız da değişkendi. Varlığın katı ve etiketlenebilir olmadığını gördüm. Her şey dönüşüyordu, ben de dahil. Bu aydınlanma anımdı ve o günden beri bir dinginlik hissediyorum.
Arkadaşımın sorduğu soruya gelince, cevap basit: "Çünkü kendilik algımız hikaye. Değişen düşüncelerimize ve duygularımıza kapılıp gitmek yerine, onları gözlemlemeyi tercih ediyorum. Gülüyorum, çünkü bu da geçecek."