evet sevgili gönül dostları... gün geçmiyor ki şöyle sağlıklı bir insanın katti surette ehemmiyet vermeyeceği detayları istemsizce deşip, mazoşist bir halet-i ruhiye içinde hem kendimin, hem de hala çevremde bulunma sabrını gösteren cengaverlerin sıhat-i zihnleriyle oynamayagöreyim....gün olur minibüsten yeni inmiş bir insanın yerine oturmadan önce koltuğun kendi sıcaklığına dönmesini bekleyip beklememe hususundaki ikilemler, gün olur tavlada ne zaman taşınız kırılsa ve 6 kapısı kapalı olsa düşeş atma ihtimalinin kat ve kat yükselmesi gibi, benim için büyük, fekat kozmos için küçük ayrıntılar tarafından meşgul edilerek yorulmak nizamındayım....ve bu sıcak yaz gecesinde, beynimin pişmesinin de yüksek katkılarıyla, daha önceden fark etmeye vakıf olduğum, lakin şu güne dek böylesine rahatsız etmemiş detaylar yatağımın altından çıkıp beni korkutuyor, ürkütüyor.evet efendim, ve başlıkta da görülebileceği üzere bu geceki rahatsızlık mevzum ülkemizin yetiştirdiği sayılı tamogotchilerden, şarkıcı/söz yazarı/bestekar/feylesof/android serdar ortaç'ın sesindeki o robotik tını... o c3po'yu bile hasetinden çatır çatır çatlatabilecek sibernetik seda...mevzunun nasıl doğduğunu anlatmak için, beynimin bana bir şekilde unutturduğu, yalnız deve bayıltan sıcaklarının yarattığı hasarla su yüzüne çıkmış bir anımı anlatmam gerekiyor sanırsam:bundan seneler önce, daha cd writer'ların yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı, küçüklüğünde birbirine kaset çeken bireylerin aynı düsturu yad edip cd yazmaya başladığı zamanlar... bir arkadaşın doğum günü için lokal gibi bir yerde toplanmışız, içkisiydi yemeğiydi... yalnız mekan daha yeni, ses sitemi doğru düzgün kurulmamış, müzik yok... biz de "napalım napalım" diyoruz, arkadaşlardan biri doğum günü sahibesine karışık bir cd hediye etmiş, bari onu koyalım diyoruz.kalabalık sayılırız, o yüzden kimse müziği bir süre sallamıyor. ama sonradan fark ediyoruz ki, çalan serdar ortaç?! arkadaşın müzik zevkini fazla eleştirmemek için birşey de dememeye çalışıyoruz ama, garipsiyoruz da tanıdığımız için onu.daha da komik tarafı, çalan şarkılar aslında nilüfer'in, neşe karaböcek'in, sonracıma sezen aksu'nun filan eski şarkıları. bu şarkıları serdar ortaç'ın söylüyor olması elbet garibimize gidiyor. ama daha da abzürd olan kısmı, kolay kolay erişilemeyecek bu kadar ender bir koleksiyona bir arkadaşımızın sahip olması, ve üstüne üstlük bunu doğum günü hediyesi olarak da vermesi...bu durum şöyle bir 10-15 dakika daha sürüyor. hediyeyi veren arkadaş "ya bir gariplik var" diyor, biz de dayanamıyoruz artık "e tabi var," diye çıkışıyoruz, "neden karışık serdar ortaç cd'si yaptın, ve nerden buldun ki bunları yahu?" diye...sonra ortaya çıkıyor ki mekan yeni olduğu için ses sistemi tam oturmamış; mikserinin ayarları bozukmuş. bu yüzden şarkıyı normal hızından farklı çaldığı gibi, sesleri de bir garip, böyle "mekanik" çıkarıyormuş.ve aslında çalan şarkılar hakikaten de sezen aksu'nun, neşe karaböcek'in ve nilüfer'inmiş. böyle bir karışık cd hazırlamış arkadaş, nerden estiyse artık...ama diyorum ya, robotikleştiğinde, sibernetik bir vücuda büründüklerinde hepsinin sesi aynı geliyordu; aynı serdar ortaç!böyle işte a dostlar... yine yeniden aklıma geldi bu ayrıntı, ve bunu ilk bariz bir şekilde farketmemi sağlayan o abzürd akşam.yalnız niye yaz zamanı oldu hatarlamam onu bilemiyorum. malum, sayfiye yerlerinde, gazinolarda, sahillerde pek seviyorlar serdar ortaç'ı, ve insan ister istemez maruz kalıyor kendisine. ve ne zaman "n'olur giiiitme... n'ufak tefek şerlere kızıp gitmeee..." şeklinde bir şarkı sözü duysa kişi daha bir etkileniyor o robotik tınıyı fark edince, daha da derinden yaralanıyor…