Film bittiğinde söylediğim ilk söz: "Paramın yarısını geri istiyorum!" idi. Ama sadece yarısı, çünkü ankamall finansbank IMAX salonunun son yarım saatinin ses düzeninin içine etmesinden kaynaklanıyordu. Batman'in Joker'i tek ayakından sallandırdiği andan itibaren dudaklarım yakalayamayan sözler geceye az daha damgasını vuruyordu. Eğer Christopher Nolan bize yeni bir The Prestige sunmasaydı.
Öncelikle bunu açığa çıkaralım. Fragmanlardan ve filmin ilk 10 dakikasından itibaren her ne kadar Joker filmi izleyeceğimizi düşünsek de, ortada herhangi bir karakteri merkezine almayan bir aksiyon filmi var. Ve de tüm bu IMDb Top 250 ve Heath Ledger'in Oscar'ı alması gerektiği muhabbetlerinden bunalmış biri olarak söylemeliyim ki, beklentilerimi boş çıkarmayan bir Joker var.
Su The Prestige benzetmesine de dönecek olursak, bu kesinlikle diyalog ve hikaye akışı ile ilgili. Kesinlikle bir defa daha izleyeceğim oturacağı kesin olan zekice ama yine ağır senaryoda sadece The Prestige değil, Memento dahi görmek olanaksız değil. Filmin en etkileyici noktası ise Two-Face'in ortaya çıkış süreci ve Rachel'in ölümüyle oldu bence. Bu hikayeyi oldukca ağır ve duygusal işlemişlerdi. Dramatik sonu ise unutulmaz oldu. Aaron Eckhart'a da hakkını veriyorum, sonuna kadar. Matt Damon'ın da iyi taşıyabileceği düşünülse de yüzü yıllardir sanki bunu bekliyormuş gibiydi.
Ama gelelim şu son yarım saate... 2-3 sn.lik ses kaymasından başka olmayan şeyler de vardı. Gary Oldman'i daha çok görmek istemişti. Ailesini de işin içine katan ve gayet havasında ilerleyen Two-Face'e yakışmayan bir son hazırladılar bence. Batman'in tüm bu olup bitenlerdeki acizliği, arada Lucius Fox denetimli bayan teknoloji, ara ara farkedilen kopuk sahneler ki (mesela Joker Rachel'i aşağı yuvarladı, Batman peşinden koştu, yakaladı da sonradan Joker nasıl iki kapı arkasında kilitli Harvey Dent'i bulamadan çekip gitti?) Bunların filmin süresini kısaltmaya çalışırken ortaya çıktığını düşünüyorum ve Director's Cut versiyonlu bir DVD'den olaya bakmak gerekli diyorum.
Bir de çok fazla karakter, çok fazla atıfta bulunmak gibi bir derdi olmuş. Bizim dedektif Ramirez, James Gordon'ın ailesi, arada görüp kaybolan Scarecrow, bizim surmeli gözlü belediye başkanı, hepsi farklı bir kişilik, hepsiyle vermek istediği bir mesaj... Ha evet yapamamışlar demiyorum. Ama sonuç-neden ilişkisi içinde kurulan görülen oyun tasarımı kendini hissettirip yapay duygusu veriyor, arada. Yani bizim Bruce Wayne karaktersiz colpanin teki gibi, kim ne dersi kendini oyle hissediyor. Harvey Dent kahramanlık ile ilgili bi iki laf ediyor, Batman hemen onun dediği gibi hissediyor, Joker konuşuyor, bu sefer de onun sözlerini kapıyor. Tamam bu nihayetinde içten hesaplaşması olan bir kahraman ama gördüğümüz bir Batman kararlılığını silmişler perdeden sanki. Gerçi bu Joker'in diline biber sürmek gerek Two-Face'i de istediği neticeye getirdi gördük ki.
Şimdi bu yorumları bir çizgi roman uyarlamasına yapmak ne alaka diye kendim de düşünüyorum, birazdan 'o ceneden nasıl taniyamazlar' adami muhabbetine girecekmiş gibi. Ama insanda bambaşka bir aksiyon filmi izlenimi uyandırdıklarından bu konuda da eleştirmek gerekiyor. Film bir çizgi roman ağırlığından çıkarak, daha büyük sözler söylüyor başarılı bir şekilde ama arada olmayanlar da göze, soze takılıyor.
Ayrıca şu son yedi - bilemedin beş, hayır on- yılın en iyi filmi muhabbetinden daha önemli bir ayrım yapmış sinemaseverler ki o da "Burtoncı ya da Nolancı olmak. Tim Burton'inkini maskeli balo gibi yorumlayıp, karakterleri eğlenceye göre kullandığını iddia edenleri ben Danny DeVito Penguen'e havale ediyorum. Halbuki ne kadar şanslıyız ki bu verimli hikayeyi doğru yollardan farklı tarzda ilerleyen iki filmde de gördük."
Öncelikle bunu açığa çıkaralım. Fragmanlardan ve filmin ilk 10 dakikasından itibaren her ne kadar Joker filmi izleyeceğimizi düşünsek de, ortada herhangi bir karakteri merkezine almayan bir aksiyon filmi var. Ve de tüm bu IMDb Top 250 ve Heath Ledger'in Oscar'ı alması gerektiği muhabbetlerinden bunalmış biri olarak söylemeliyim ki, beklentilerimi boş çıkarmayan bir Joker var.
Su The Prestige benzetmesine de dönecek olursak, bu kesinlikle diyalog ve hikaye akışı ile ilgili. Kesinlikle bir defa daha izleyeceğim oturacağı kesin olan zekice ama yine ağır senaryoda sadece The Prestige değil, Memento dahi görmek olanaksız değil. Filmin en etkileyici noktası ise Two-Face'in ortaya çıkış süreci ve Rachel'in ölümüyle oldu bence. Bu hikayeyi oldukca ağır ve duygusal işlemişlerdi. Dramatik sonu ise unutulmaz oldu. Aaron Eckhart'a da hakkını veriyorum, sonuna kadar. Matt Damon'ın da iyi taşıyabileceği düşünülse de yüzü yıllardir sanki bunu bekliyormuş gibiydi.
Ama gelelim şu son yarım saate... 2-3 sn.lik ses kaymasından başka olmayan şeyler de vardı. Gary Oldman'i daha çok görmek istemişti. Ailesini de işin içine katan ve gayet havasında ilerleyen Two-Face'e yakışmayan bir son hazırladılar bence. Batman'in tüm bu olup bitenlerdeki acizliği, arada Lucius Fox denetimli bayan teknoloji, ara ara farkedilen kopuk sahneler ki (mesela Joker Rachel'i aşağı yuvarladı, Batman peşinden koştu, yakaladı da sonradan Joker nasıl iki kapı arkasında kilitli Harvey Dent'i bulamadan çekip gitti?) Bunların filmin süresini kısaltmaya çalışırken ortaya çıktığını düşünüyorum ve Director's Cut versiyonlu bir DVD'den olaya bakmak gerekli diyorum.
Bir de çok fazla karakter, çok fazla atıfta bulunmak gibi bir derdi olmuş. Bizim dedektif Ramirez, James Gordon'ın ailesi, arada görüp kaybolan Scarecrow, bizim surmeli gözlü belediye başkanı, hepsi farklı bir kişilik, hepsiyle vermek istediği bir mesaj... Ha evet yapamamışlar demiyorum. Ama sonuç-neden ilişkisi içinde kurulan görülen oyun tasarımı kendini hissettirip yapay duygusu veriyor, arada. Yani bizim Bruce Wayne karaktersiz colpanin teki gibi, kim ne dersi kendini oyle hissediyor. Harvey Dent kahramanlık ile ilgili bi iki laf ediyor, Batman hemen onun dediği gibi hissediyor, Joker konuşuyor, bu sefer de onun sözlerini kapıyor. Tamam bu nihayetinde içten hesaplaşması olan bir kahraman ama gördüğümüz bir Batman kararlılığını silmişler perdeden sanki. Gerçi bu Joker'in diline biber sürmek gerek Two-Face'i de istediği neticeye getirdi gördük ki.
Şimdi bu yorumları bir çizgi roman uyarlamasına yapmak ne alaka diye kendim de düşünüyorum, birazdan 'o ceneden nasıl taniyamazlar' adami muhabbetine girecekmiş gibi. Ama insanda bambaşka bir aksiyon filmi izlenimi uyandırdıklarından bu konuda da eleştirmek gerekiyor. Film bir çizgi roman ağırlığından çıkarak, daha büyük sözler söylüyor başarılı bir şekilde ama arada olmayanlar da göze, soze takılıyor.
Ayrıca şu son yedi - bilemedin beş, hayır on- yılın en iyi filmi muhabbetinden daha önemli bir ayrım yapmış sinemaseverler ki o da "Burtoncı ya da Nolancı olmak. Tim Burton'inkini maskeli balo gibi yorumlayıp, karakterleri eğlenceye göre kullandığını iddia edenleri ben Danny DeVito Penguen'e havale ediyorum. Halbuki ne kadar şanslıyız ki bu verimli hikayeyi doğru yollardan farklı tarzda ilerleyen iki filmde de gördük."