Yasujiro Ozu'nun temel olana indirgediği sinema anlayışı Wim Wenders'in sinema anlayışının temelini oluşturuyor. Olayları, anıları ve bazen de sadece bir düşünceyi önce resim ile, daha sonra yazıyla ve en nihayetinde camera obscura ile hafızamızı satılığa çıkaracakmış gibi yerinden oynatmadan kaydetme serüvenine gittik. Bir şeyi kameraya almadan önce o anı hatıramda tutmak için iki kat efor harcarım. Bu bana arada sırada hissettiğim eksikliğimi hatırlatır. Bizzat orada olduğum ve kayda aldığım bir an neden daha çabuk unutulma tehlikesini taşıyor? Benzer şekilde Wenders de Ozu'nun sinematografik izini sürmek için gittiği Tokyo'da çekim yaptıktan sonra şunu soruyor: "Kameram olmadan gitseydim daha mı iyi hatırlardım acaba? Bu Tokyo o eski Tokyo mu?" Ozu'nun filmografisindeki öykülerin değerler değişimi gerçeklikle eş zamanlı olarak, durup bakıldığında hüzünlüdür aslında. Belgeseli izlerken uzun bir süre Durkheim'ın toplumsal değişimlere ayak uyduramamanın değişime ve ilerlemeye karşı duruşla ilgili olduğu düşüncesine sıkı sıkıya bağlı olduğumu hatırladım. Ancak artık değişim ve ilerlemenin bir imar süreci olduğunu fark ediyorum. Daha hızlı, daha canlı ve rengarenk olan değilmiş asıl mesele. Bir yerlerde uykuya dalan insani değerlerimiz de varmış. Bütün laf kalabakları bir yana "insan bazen yalnız hissedermiş." Bu bir nihavent makamı mı?