Türkiye, son olarak 1946 yılında dış ticaret fazlası verebilen bir ülke olarak tarihe geçmiştir. Bu durum, ekonominin genel faktör verimliliğinin artması için dış yatırıma ihtiyaç duyulduğunu açıkça göstermektedir. Bu gerçek, Türkiye'nin dış politikada Batılı devletler tarafından sıkça kullanılmasına sebep olmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında dış ticaret açığı verilirken, 1929 yılındaki Büyük Buhran'ın yaşandığı dönemde bu açık bir yılda %100 artmıştır. Sonraki yıllarda daha agresif bir şekilde dış ticaret fazlası hedeflenmiş ve 1930-1946 yılları arasında 1938 yılı hariç her yıl dış ticaret fazlası verilmiştir. 1946 yılı ise Türkiye'nin dış ticaret fazlası verebildiği son yıldır. Ekonomik krizler sonrası bazı yıllarda cari fazla verildiyse de, örneğin 2019 yılında, dış ticaret fazlası hiçbir zaman mümkün olamamıştır. Dış ticaret açığı ile enflasyon arasında bir korelasyon olmasına rağmen, zaman zaman ucuz borçlanma ve hibe kredileri sayesinde enflasyon düşürülebilmiştir. Ancak, dış ticaret fazlası verilememesi küresel ölçekte sermaye birikimini engelleyerek ülkenin kültürel yapısını da şekillendirmiştir. Bu durum, artan toplam talebi karşılayacak sabit sermaye yatırımlarının gelişememesine yol açarak sosyal uyanışın ekonomik kalkınmanın önünde olmasına neden olmuştur.