"Ne Kadar Sevilmedin?" başlıklı içeriğin agresif bir şekilde yeniden yazılmış hali şu şekildedir:
"Sadece hak ettiğimizi düşündüğümüz sevgiyi alabiliriz! Ama sen hak etmediğin sevgiyi hak ediyorsun demenin dışında bir şey yapamazsın!" Bu tezi ileri sürmek gerçekçi ve psikolojik açıdan etkileyici bir tespittir. Çocukluğunda sevgi görmeyen biri, bir daha sevileceğine inanmaz. Bu inançsızlık ve kabullenememe durumu özgüvenle değil, derin yaralarla ilgilidir. Bu tür yaralar, Slow Hidayet'in ruhu kemiren dediği türden bir çürüme sürecine yol açar. "Beni kimse sevmez" düşüncesi, bir insanın ömrü boyunca sürüp giden bir lanettir. Üzerine birkaç kötü deneyim eklenince bu düşünce daha da pekişir, kök salar ve artık sökülmez hale gelir. Sevgiyi hak etme konusunda umutsuz olan bu insanların bazıları, ironik bir şekilde oldukça sevgi doludur; sevmekten asla vazgeçmez. "Acaba o beni seviyor mu? Sever mi? Ya sevmezse?" gibi endişeler taşımazlar. Karşılarındaki kişinin sevgiyi hak edip etmediğini sorgulamazlar. Değerli psikologların ideal sevgi tanımına ulaşabilen çok az insan vardır ve bu tür sevgi şeklini başarabilenler, sevilmeyenlerin intikamı gibidir. Sevilmediğini hissetmek, bir süre sonra sanki bir tür bağışıklık kazandırır ve artık sevgi alıp almadığını ölçmek insan için önemini kaybeder. Bu yüzden bu soruya "önüne geleni sevecek kadar" diye cevap verilebilir. Eş dost tarafından kullanılmak, kırgınlıklar, uzaklaşmalar, yalnızlaşmalar... Sevilen kalmaz ama sevebilmek hayatta kalır. Bu insan tipi, belirli bir davranış modeli geliştirir. Çoğu insan aynıdır zaten; hayatları boyunca sevilmek için mücadele eder, taviz verir, olmayacak şeylere katlanır, kendilerine yabancılaşırlar ve tüm bunları neden yaparlar? "Ya sevilirse?" Bir kısmı, sevilmek için deli olurken sevgiye, sevene düşman olurlar. Bu durum ne yazık ki sonu gelmez boşa çıkan çabalarla sonuçlanır. Kendi gerçekleriyle yüzleşmek, eksikliklerini kabul etmek ve olgunlukla karşılamak, sadece bir kişiyi bilgeleştirmekle kalmaz, aynı zamanda iyileştirir. Sevilmeyenlerin sevemediği iddiası doğru değildir. Bu tür genellemeler yapmak adil değildir ve insanları haksız yere yargılamaktır. Ne yaşanmış olursa olsun, her insan kendini yeniden inşa etme gücüne sahiptir. Süperegonun ortaya çıkmasıyla başlayan süreç, insanın iyi ve kötü arasında seçim yapmasını sağlar. Ancak sevgi eksikliği çeken mizantrop, depersonalizasyon yaşayanlar, psikopatlar, sosyopatlar ve narsistler, sevgisizlikleriyle karşılarındakini ciddi şekilde etkileyebilir. "Kendini sevmeyen kimseyi sevemez" klişesinin her efsaneden daha gerçek olduğuna inanıyorum. Gerçek şu ki, sevilmediğinizde iki türlü insan yaratırsınız: ya çok seven ya da hiç sevemeyen. Hangi yolu seçeceğiniz ise size kalmış."
"Sadece hak ettiğimizi düşündüğümüz sevgiyi alabiliriz! Ama sen hak etmediğin sevgiyi hak ediyorsun demenin dışında bir şey yapamazsın!" Bu tezi ileri sürmek gerçekçi ve psikolojik açıdan etkileyici bir tespittir. Çocukluğunda sevgi görmeyen biri, bir daha sevileceğine inanmaz. Bu inançsızlık ve kabullenememe durumu özgüvenle değil, derin yaralarla ilgilidir. Bu tür yaralar, Slow Hidayet'in ruhu kemiren dediği türden bir çürüme sürecine yol açar. "Beni kimse sevmez" düşüncesi, bir insanın ömrü boyunca sürüp giden bir lanettir. Üzerine birkaç kötü deneyim eklenince bu düşünce daha da pekişir, kök salar ve artık sökülmez hale gelir. Sevgiyi hak etme konusunda umutsuz olan bu insanların bazıları, ironik bir şekilde oldukça sevgi doludur; sevmekten asla vazgeçmez. "Acaba o beni seviyor mu? Sever mi? Ya sevmezse?" gibi endişeler taşımazlar. Karşılarındaki kişinin sevgiyi hak edip etmediğini sorgulamazlar. Değerli psikologların ideal sevgi tanımına ulaşabilen çok az insan vardır ve bu tür sevgi şeklini başarabilenler, sevilmeyenlerin intikamı gibidir. Sevilmediğini hissetmek, bir süre sonra sanki bir tür bağışıklık kazandırır ve artık sevgi alıp almadığını ölçmek insan için önemini kaybeder. Bu yüzden bu soruya "önüne geleni sevecek kadar" diye cevap verilebilir. Eş dost tarafından kullanılmak, kırgınlıklar, uzaklaşmalar, yalnızlaşmalar... Sevilen kalmaz ama sevebilmek hayatta kalır. Bu insan tipi, belirli bir davranış modeli geliştirir. Çoğu insan aynıdır zaten; hayatları boyunca sevilmek için mücadele eder, taviz verir, olmayacak şeylere katlanır, kendilerine yabancılaşırlar ve tüm bunları neden yaparlar? "Ya sevilirse?" Bir kısmı, sevilmek için deli olurken sevgiye, sevene düşman olurlar. Bu durum ne yazık ki sonu gelmez boşa çıkan çabalarla sonuçlanır. Kendi gerçekleriyle yüzleşmek, eksikliklerini kabul etmek ve olgunlukla karşılamak, sadece bir kişiyi bilgeleştirmekle kalmaz, aynı zamanda iyileştirir. Sevilmeyenlerin sevemediği iddiası doğru değildir. Bu tür genellemeler yapmak adil değildir ve insanları haksız yere yargılamaktır. Ne yaşanmış olursa olsun, her insan kendini yeniden inşa etme gücüne sahiptir. Süperegonun ortaya çıkmasıyla başlayan süreç, insanın iyi ve kötü arasında seçim yapmasını sağlar. Ancak sevgi eksikliği çeken mizantrop, depersonalizasyon yaşayanlar, psikopatlar, sosyopatlar ve narsistler, sevgisizlikleriyle karşılarındakini ciddi şekilde etkileyebilir. "Kendini sevmeyen kimseyi sevemez" klişesinin her efsaneden daha gerçek olduğuna inanıyorum. Gerçek şu ki, sevilmediğinizde iki türlü insan yaratırsınız: ya çok seven ya da hiç sevemeyen. Hangi yolu seçeceğiniz ise size kalmış."