Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Ulusların Düşüşü

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
küçükresim|Ulusların Düşüşü, 2012 yılında "Yılın İş Kitabı" ödülünü almıştır. Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri (orijinal İngilizce ismiyle Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty), Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden Türk-Amerikan ekonomist Daron Acemoğlu ve Harvard Üniversitesinden siyaset bilimci James A. Robinson tarafından yazılan kitap. Kitap, ulusların neden farklı geliştiğini, bazılarının güçlenmede ve refah yaratmada başarılı olurken diğerlerinin neden başarısız olduğunu, kurumsal iktisat, gelişme iktisadı ve ekonomi tarihi bakımından değerlendirmektedir. Yazarlar Daron Acemoğlu Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) İktisat Profesörü olan Daron Acemoğlu, 3 Eylül 1967 tarihinde dünyaya geldi. “Dünya'daki En Çok Alıntı Yapılan ilk 10 Ekonomist” arasında sayılan Acemoğlu, 1986 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Lisans derecesini İngiltere'nin York Üniversitesi, yüksek lisans ve doktora derecelerini ise bu dalda Londra Ekonomi Okulu'ndan aldı. 1992-1993 yılları arasında Londra Ekonomi Okulu'nda ders veren Daron Acemoğlu, 1993'te ABD'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde ders vermeye başladı. MIT'deki akademik kariyerinin ilk yıllarında, iktisat alanındaki tarihi yayınlardan biri olan The Economic Journal'da yayınlanan bir çalışması "1996 Yılının En İyi Makalesi" ödülünü aldı. Daron Acemoğlu, 2000 yılında profesörlüğe yükseldi. James A. Robinson 2015'ten beri Chicago Üniversitesi'nden Harris Üniversitesi Kamu Politikası Okulu'nda Profesör olarak görev yapan ve 2004 ve 2015 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde ders vermeden önce, bir İngiliz ekonomisti ve siyaset bilimcisidir. Eser incelemesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu ve James A. Robinson tarafından kaleme alınan Ulusların Düşüşü adlı bu eser tarihin kaderden ibaret olmadığını gözler önüne seriyor. 15 bölümden oluşan eserin, kaynakça ve dizin ile birlikte tamamı 496 sayfadır. Genel olarak ABD, İngiltere ve Almanya gibi dünyanın zengin ülkelerini, Afrika ve Güney Asya gibi yoksul ülkelerden ayıran gelir ve yaşam standartlarındaki büyük farklılıkların sebepleri anlatılmaktadır. Bilim tasnif demektir. Biz bu eser değerlendirmemizde kitaptaki tasnifi önce sıralayacağız, ardından zaman zaman eleştiri süzgecinden geçirerek ve kendi tarihimizden yer yer örekler ve karşılaştırmalar yaparak bir bütün halinde vermeye çalışacağız. Eserin 15 bölümü (bu bölümler de içerisinde bazı alt başlıklar ile bütünleştirilmiştir) şu şekilde tasnif edilmiştir: Çok yakın, yine de çok farklı İşe yaramayan Kurumlar Zenginliğin ve yoksulluğun inşası Küçük farklılıklar ve kritik dönemeçler: Tarihin ağırlığı “Geleceği gördüm, işler yolunda”: Sömürücü kurumlara dayalı büyüme Uzaklaşma Dönüm noktası Bizim çiftliğimizde olmaz Tersine gelişim Refah dağılımı Verimli döngü Kısırdöngü Bugün ülkeler neden başarısız oluyor Çemberi kırmak Zenginliği ve yoksulluğu anlamak Afrika ve Güney Asya gibi ülkelerdeki hoşnutsuzluğun temel nedeni yoksulluktur. Ortalama bir Mısır yurttaşının gelir düzeyi, ortalama bir Birleşik Devletler yurttaşının gelir düzeyinin yaklaşık yüzde 12’si kadardır. Ortalama yaşam süresi de 10 yıl kadar daha azdır. Nüfusun yüzde 20’si ise aşırı yoksulluk çekiyor. Yazar eserinin önsözünde “Mısır niçin Birleşik Devletlere oranla bu denli yoksuldur? diye soruyor ve bunun kalıcı olup olmadığını yanıtlamaya çalışıyor. Düşüncesi ise “yozlaşma, baskı ve kötü eğitim” unsurlarının olmasıdır. Esasen Mısır halkı da bu şekilde düşünmektedir. Karşılaştıkları tüm ekonomik engellerin, siyasal gücün küçük bir elit tarafından tekelleştirilip tatbik edilmesinden kaynaklandığının farkındalar. Onlara göre değişmesi gereken ilk şey budur. Tahrir Meydanı’ndaki protestolar (Mübarek rejimine karşı ayaklanmalar) üzerinden hareketle yazar, olayların içinde olan şahıslar üzerinden hükümler veriyor. Oysa birçok yazar Mısır’ın fakir olmasının nedenlerini çok daha farklı açıklamaya çalışıyor. Ülkenin büyük bir kısmının çöl olması, yeterli miktarda yağış almaması, toprak ve ikliminin verimli tarıma izinvermemesi gibi etkenler bir kısım yazarlar tarafından öne sürülüyor. Diğer bir kısım yazarlar ise ekonomik ve zenginliğe uygun olmayan kültürel özelliklere işaret ediyor. Mısırlıların diğer ülkeleri refaha kavuşturan iş ahlakı ve kültürel özelliklerden yoksun olduğunu, bunun yerine ekonomik başarıyla uyuşmayan İslami inançları kabul ettiklerini savunuyorlar. Yazar, Mısır halkının görüşleri doğrultusunda bir tez ortaya koyuyor. Buradan hareketle Mısır ve farklı bazı ülkelerin fakirlik sebeplerini yine aynı nedenler olarak ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların daha fazla mücadele edip siyasal haklarını kazanabilmelerini göz önüne aldığımız zaman anlatılmak istenenin bir yönüyle de siyasi ve ekonomik temeller ve farklılıklar olduğunu görürüz. İngiliz İç Savaşı sonrası 1688 Görkemli Devrimi, Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali gibi büyük gelişmeler, ortaya çıktığı ve yayıldığı bölgeler bakımından ortaya koyuluyor. Bu fikir ve teknolojik yeniliklerin yayılması sürecinde Mısır iktidarı toplumun temel taşlarını yerine oturtmaktan yoksundu. Dolayısıyla yenilikler yaşanmadı. Bunların yanı sıra Osmanlı yönetimi, Fransız müdahalesi ve İngiliz hegemonyası bu fakirlikte diğer önemli sebepler olarak görülmektedir. Yazarın eserinin ana fikrinin böyle bir durum tespiti sonrası yoksulluk durumunun sebeplerini ortaya koymaktır. Sonrasında ise yönetenin nokta-i nazarı doğrultusunda yoksulluğun geçici mi yoksa kalıcı mı olduğunu ortaya koymak ve böylece de zengin olabilmenin yollarını göstermektir. Değimin gerçekleşmesi için bir lidere ihtiyaç vardır. Sistemin istenilen yönde konulması için lider, geçmişi (var olan bozuk sistemi) tekrar etmez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Milli Mücadele ve sonraki her alanda yapılan inkılaplarla, Atatürk ile bu farklılaşmayı, değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeyi büyük oranda başarmıştır. İlerleyen sayfalarda sebepleri, diğer ülkelerle karşılaştırmasını ve neticelerini açıklama getireceğimiz üzere İngiltere 1688 ve Fransa 1789 sonrasında bu değişimi yaşayacaktır. Sıradan insanların toplanarak bir isyana, sonrasında bir inkılaba yol açtıklarını düşünürsek (1789’da Fransa’da başlayan bir isyan neticede bir inkılaba dönüşmüştü), istenildiği zaman sıradan insanların bugün de toplumun işleyişini değiştirebileceklerini görebiliriz. Kitap genel olarak Negales kenti vd. birbirine çok yakın ama farklı ülkelerdeki farklılıklarda olduğu gibi dünyadaki eşitsizliğe ve bu eşitsizliğin dikkati çeken bazı yaygın örüntülerini ortaya koyuyor. Yazarın istikrar adına vermiş olduğu bu örüntülerden ülkelerin sürekli bir büyüme halinde olmadıklarını anlıyoruz. Esasen dünya üzerindeki eşitsizliği anlamak için öncelikle bazı toplumların neden çok yetersiz ve toplumsal açıdan sakıncalı biçimlerde örgütlendiklerini anlamak gerekmektedir. Problemin çözümü yoksulluğu yaşayan toplumların değişimi niçin yanlış algıladıkları, karar verici organların siyaseti incelenip açıklığa kavuşturuluyorsa gerçekleşir. Siyasetin anlaşılması, eşitsizliğin sebeplerini ortaya koyacaktır. Zenginlik için de siyasal sorunların çözümü gereklidir. İlerlemeyi veya gerilemeyi, toplumların psikolojisini, zenginliğin ve fakirliğin gerçek sebeplerini bulmaya çalışan yazar genel itibariyle kurumsal yapı ve işleyişi üzerinde çalışıyor. Fakat yazarı eleştirdiğimiz başlıca iki husustan birisinin (diğeri Osmanlı Devleti’nin sömürgeci olması) bu konudaki kesin yargıları olduğunu önceden belirtelim. Bu iki hususu ileride sebepleri ile vermeye çalışacağız. Güney ve Kuzey Kore arasında derin bir uçurum söz konusudur. Kore, 38. paralel üzerinden Japonya’nın teslim olmasından sonrasında iki nüfus alanına bölündü. Güney; Birleşik Devletler, kuzey de Rusya’nın idaresine verildi. Güney Kore’nin yaşam standartları, Kuzey Kore’nin yaşam standartlarının on katı yüksektir. Sağlık koşulları olarak da durum böyledir. Güney Kore’de ortalama yaşam süresi on yıl fazladır. Uydudan çekilen fotoğrafta güneyin ışıl ışıl olması, kuzeyin karanlık olması ekonomik uçurumu gösterir. Yazar, bu iki halkın arasındaki farklılıkların sebeplerini ortaya koyuyor. Bunları özetlersek ekonomik ve siyasal kurumların örgütlenmesi başta gelmektedir. Özel mülkiyetin benimsenmesi de önemlidir. Ancak yalnızca bu önemli değildir. Nitekim her iki taraf da bunu yapmıştı. Ancak Güney Kore’de S. Rhee, 1961 sonrasında büyümenin önündeki devlet engelini kaldırarak başarılı şirketlere kredi ve devlet yardımı sağladı. Kuzeyde durum farklı idi. Kim II. Jung ile bir diktatörlük rejimi oluştu ve katı bir ekonomik sistem hayata geçirildi. Özel mülkiyet kaldırıldı ve piyasaya yasak getirildi. Özel mülkiyetin olmayışı az sayıda insana teşvik demekti. Yeniliğe ve teknolojik gelişime baskıcı rejim imkân vermiyordu. Güneyde yatırım ve ticaret teşvik ediliyor, eğitime ve sanayiye yatırım yapılıyordu. 1990’ların sonuna kadar bir bütün olan bu iki ülke arasındaki uçurum on kat arttı. İşte bu çarpıcı farklılık ne kültür ne de coğrafya ile ilgilidir. Bunu anlamak için kurumların işleyişine bakılmalıdır. Yazar, ülkelerin ekonomik başarılarını kurumlara, ekonominin işleyişini belirleyen kurallara ve bireyleri motive eden teşviklere göre ele alıyor. Bireylerin yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesi güneyde başarılı olmuştur. Bununla birlikte kapsayıcı ekonomik kurumlar ile refaha ulaşılmıştır. Bunun toplumun geneline yayılması ise hayatidir. Özel mülkiyet, eğitim, bireylerin yeteneklerine göre teşviki ve teknolojik yenilikler için çalışmalar kapsayıcı ekonomik kurumların fonksiyonlarıdır. Yalnız gerçek ve kalıcı bir zenginlik için bunların hepsinin gerçekleşmesi zaruridir. Toplumun elit kesimi için değil, bütünü kapsamalıdır. Aksi takdirde Barbados’taki gibi geçerli olmaz. Yine Latin Amerika’da böyle bir gerçek vardır. Ekonomik kurumlar Kuzey Kore’de, Barbados’ta ve Latin Amerika’da eşit şartlar yaratmaktan uzaktı. Ekonomik kurumların yaratıcısı toplumdur. Örneğin Kuzey Kore’nin ekonomik kurumları, 1940’larda yönetimi ele geçiren komünistler tarafından yurttaşlarına dayatılırken, Latin Amerika’dakiler de İspanyol conquistadorlar tarafından dayatıldı. Güney Kore Kuzey Kore’den çok daha farklı ekonomik kurumlara sahip oldu. Çünkü toplumu nasıl inşa edeceklerine farklı çıkarları ve hedefleri olan farklı insanlar karar verdiler. Yazarın bu örneği Atatürk’ün Türk toplumunun değişimi ve dönüşümü için uyguladığı strateji ile birebir örtüşmektedir. 17 Şubat/4 Mart 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi bu stratejinin gereğidir. Ekonomik kurumların kapsayıcı piyasaların potansiyelinden yararlanma, teknolojik yeniliği teşvik etme, insanlara yatırım yapma ve çok sayıda insanın yetenek ve becerilerini harekete geçirme gücü ekonomik büyüme için hayati niteliktedir. Siyasal kurumlar siyasette teşvikleri yöneten kurumlardır. Kimin kazanacağını siyasal kurumların işleyişi belirler. Güç dağılımı önemlidir. Eşit ve sınırlandırılmış olmalıdır. Aksi halde mutlakiyetçidir. Siyasal güç kişi, zümre ya da hanedana değil, geniş tabanlı bir koalisyonun elinde olmalıdır. Kapsayıcı ekonomik kurumların yanı sıra bir can alıcı nokta da yeterince merkezileşmiş olmaktır. Çoğulcu, kapsayıcı işlevi olup da merkezileşmemiş olmak kontrol eksikliği dolayısıyla başarısızlık sebebi olacaktır. Bunun en güzel örneği Somali’dir. Siyasal gücün dağılmış olmasına (çoğulcu) rağmen devlet siyasal merkeziyeti sağlayamamış ve toplum kaosa sürüklenmiştir. Kapsayıcı ekonomik kurumlar siyasal kurumlara hükmeden elitlerin yararlanabileceği ayrıcalıkları da azaltma eğilimindedir. Çünkü rekabet ile karşılaşacak ve toplumun geri kalanının sözleşmeleri ve mülkiyet hakları ile kısıtlanacaktır. Kısacası toplumun tercihi olan siyasal ve ekonomik kurumlar kapsayıcı olabilir ve ekonomik büyümeyi teşvik edebilir. Sömürücü siyasal kurumaların desteklediği ekonomik kurumlara sahip olan ülkeler başarısız olurlar. Ekonomik büyüme “yaratıcı yıkım” gerektirir. Eskiyi yeniyle değiştirir. Bu değişimi anlamamak ya da buna ayak uyduramamak ise cehaletle ilgili değildir. Yaratıcı yıkım eskiyi yok edeceğinden dolayı bir karşı çıkış söz konusu olacaktır. Bu yüzden kapsayıcı ekonomiye karşı bir muhalefet oluşacaktır. Avrupa tarihi yaratıcı yıkımın sonuçlarına canlı bir örnektir. Sanayi devrimi sonrasında aristokratların kaybetmesi bunu gösterir. Örneğin arazi bunların kaynaklarındandı. Devrim sonrasında sanayiinin, fabrikaların ve şehirlerin yayılması kaynakları araziden ayırdı. Arazi kiraları düştü ve arazi sahiplerinin işçilere ödedikleri ücretler arttı. Ekonomik olduğu kadar siyasi olarak da bir çöküş yaşayan bu elitlerin muhalefet olması bundandır. Mutlakiyetçi monarşilerin ve aristokratların kaybedecek çok şeyi olduğu kesindir. Bu dönemde Avusturya- Macaristan ve Rusya’da bu sebepten sanayileşmenin önüne geçilmiş ve ekonomilerinin ilerlemesi durmuştur. Yaratıcı yıkıma karşı çıkanların bu çatışmadan galip gelmesi ekonomik büyümeyi engeller. Yazar bu noktada elit kesimi daha katılımcı kurumlar oluşturmaya zorlamanın siyasal kurumları değiştirmenin tek yolu olarak görüyor. Siyasal kurumların kendiliğinden katılımcı olmaları söz konusu değildir. Bu eğilim ancak özellikle merkeziyetin olmadığı toplumlarda vardır. Buna engel olan şey değişim korkusudur. Sömürücü ekonomik kurumlarla ekonomik gelişmeye ulaşmanın zorluğu adına Kongo iyi bir örnektir. Salvador’da kölelik ekonominin merkezi idi. Vergiler keyfi idi. Kongolular yatırım yaparak ürünlerini pazarlarda satmak yerine yerleşim yerlerini pazarlardan uzağa taşıdılar. Yağmadan ve kölelikten kurtulmak için uzaklaştılar. Kongo’nun yoksulluğunun nedeni sömürücü ekonomik kurumlardır. Bunların en büyük destekleyicisi ise ordudur. Kral ve aristokrasinin Avrupa’nın ateşli silahlarına sahip olma isteği buradan kaynaklıdır. Yazar kitabın genelinde kapsayıcı ekonomik ve siyasal kurumlarla refahın sağlanacağı, buna karşılık sömürücü kurumlarla yoksulluğun yaşanacağını savunuyor. Fakat bu durum sömürücü kurumların hepsinin eşit olduğu ve bu kurumlarla büyümenin kesin olarak sağlanamayacağı anlamına gelmiyor. Sömürücü kurumların kaynakları doğrudan kendi kontrollerindeki verimliliği yüksek faaliyetlere harcamaları gerekir. Sömürücü kurumlarda büyüme olabilmesi için aynı zamanda üretim yapıp pazarlarda satabilmeleri gerekir. Hatta 1980’li yıllarda sömürücü ekonomik kurumlardan kapsayıcı ekonomik kurumlara geçiş örneğinde olduğu gibi bir değişim ile daha da başarılı olunabilir. Sovyetler Birliği bu geçişi sağlayamadı ve nihayetinde dağıldı. Çin’in bugünkü büyümesi de Sovyetler Birliği ve Güney Kore deneyimleri ile ortak noktalara sahiptir. Hatta Çin’de sömürücü ekonomik kurumların merkezileşmesi söz konusudur. O kadar ki kapsayıcı ekonomik kurumlardan tamamen uzaktır. Bu ise Güney Kore gibi bir geçiş yapamayacağını gösterir. Fakat bu imkânsız değildir. Çin’in başarısının sebebi sömürücü ekonomik kurumlar da olsa kesin bir kontrol mekanizmasının işliyor olmasıdır. Dolayısıyla siyasal merkezileşme ile sömürücü ekonomik kurumlar vasıtasıyla ancak başarılı olunabilir. Ancak belirtmek gerekir ki bunlarda istikrar yoktur. Ekonomik kurumun yanında siyasal kurumun sömürücü olması durumunda yaratıcı yıkım ve teknolojik değişiklik asla mümkün olmayacaktır. Bu olmadığında Sovyetler’de olduğu gibi son bulacaktır. Kısacası sömürücü siyasal kurumlar kapsayıcı kurumlara dönüşmedikçe güç dengesi ve kullanım biçimi, nihayetinde ekonomik refahı derinden sarsacaktır. Ülkeler arasındaki bazı küçük farklılıklar ve dönemde yaşanan kritik dönemeçler bazı toplumların ilerlerken bazılarının neden geri kaldıklarını anlamak için önemlidir. 1346 ‘da Asya’dan Avrupa’ya yayılan Veba Salgını bu anlamda kritiktir. Kara Ölüm Ortaçağ Avrupa toplumu üzerinde sosyal, siyasi, ekonomik açıdan değiştirici ve dönüştürücü büyük bir rol oynamıştır. Kara Ölüm İngiltere’ye kadar ulaşmıştır. Feodal emeğe dayalı hizmetler giderek azalmıştır. Buna karşın kapsayıcı bir emek piyasası gelişmiştir. Ücretler yükselmiştir. 1346’da Batı Avrupa ile Doğu Avrupa arasında siyasi ve ekonomik kurumlar bakımından çok az fark olsa da 1600’e gelindiğinde ikisi ayrı dünyalara dönüşmüşlerdi. Batı’da işçiler feodal zorunluluklardan, ceza ve kurallardan muaftı. Gelişmekte olan piyasa ekonomisinde kilit rol oynuyorlardı. Doğu’dakiler ise bir tür ekonominin parçası idiler. Fakat Batı’nın yiyecek ve tarım ürünleri taleplerini karşılamaya mecbur bırakılmış selefler olarak. Kara Ölüm, kritik bir dönemece, yani toplumun mevcut ekonomik ya da siyasi dengesini bozan büyük bir olaya işaret eder. Bir yandan İngiltere’de olduğu gibi sömürücü kurumların döngüsünden kurtulup daha kapsayıcı kurumların ortaya çıkmasının önünü açabilir. Diğer yandan Doğu Avrupa’da yaşayan ikinci serflik döneminde olduğu gibi sömürücü kurumların oluşumunu hızlandırabilir de. İşte bu fikir dönemler ve etkenleri üzerine yoğunlaşmak, bazı unsurların kapsayıcı ekonomik ve siyasal kurumlara nasıl geçebildiğini anlamamıza olanak sağlar. İngiltere, XVII. yüzyılda istikrarlı bir ekonomik büyüme atılımı gerçekleştirmiştir. Bu yüzden diğer ülkeler arasında benzersiz bir konuma sahipti. Büyük ekonomik değişiklikleri, önceki toplumların hepsinden daha kapsayıcı idi. Bu durum bir dizi ekonomik ve siyasal kurumu beraberinde getirdi. Bir anlaşmadan ziyade, güç için rekabet eden, birbirlerininotoritesiyle çekişen ve kendi lehlerine kurumlar yapılandırmaya çalışan farklı gruplar arasında süren yoğun çatışmaların sonucu idiler. XVI. ve XVII. yüzyılın kurumsal mücadelelerinin zirvesini ise üç önemli olay oluşturdu: 1642-1651 arası İngiliz İç Savaşı, 1688 Görkemli Devrimi ve XVIII. yüzyılda dünyanın değişimine etki eden Fransız İhtilali (1789). Devrim, kralın ve yönetici sınıfın gücünü kısıtladı. Parlamentoyu ekonomik kurumları belirleyecek güçle donattı. Siyasal sistemi geniş halk kesimlerine açtı. Çoğulcu bir toplum yaratmak için temel niteliğindeydi ve siyasi olarak merkezileşmeyi hızlandırdı. İşte kapsayıcı kurumların temeli böylece atılmış oldu. Bu yeni rejim ile yatırım, ticaret ve yenilik için teşvikler sunuldu. Bir dizi ekonomik kurum hayata geçirildi. Keyfi vergilendirme son buldu. Adaletli olundu. Mülkiyet hakları düzenlendi. Sanayiinin büyümesinde büyük öneme sahip olan demiryolları ile alt yapı oluşturuldu. Bu alt yapı ve gelişmeler Sanayi Devrimi’nin yolunu açtı. Beceri gerektiriyor olması, eğitim alanındaki ilerlemeyi sağladı. Bütün gelişmelerde İngiltere’nin kapsayıcı ekonomik kurumları başrolü oynadı. Bu kurumlar da kapsayıcı siyasal kurumları üzerine inşa edildi. Bu kapsayıcı siyasal kurumların gelişmesi için monarşinin ortadan kaldırılması ve çoğulcu bir yapıda olması gerekiyordu. Sanayi Devrimi’ni hazırlayan ve geliştiren unsurların temelinde bu vardır. Yazar, İngiliz Sanayi Devrimi ile dünya eşitsizliğinin önemli ölçüde arttığını vurguluyor. Bu noktada son elli yıldır ABD’nin Yeni İktisat Politikası ve yukarıdaki unsurları farklı toplumlar üzerinde uygulama girişimlerinin bu eşitsizliği daha da artırdığını eklemek gerekir. Diğer farklı ülkelerin bu gelişmeye verdikleri tepkinin, kurumlarının farklı tarihselgelişim süreçlerine göre şekillendiği ifade ediliyor ve bu farklılıkların temeli sorgulanıyor. Burada yazar, küçük gibi görünen ama önemli olan bazı farklılıklar üzerinden değerlendirme yapıyor. Örneğin 1688’e gelindiğinde İngiltere’nin siyasal kurumları Fransa ve İspanya’nınkilere kıyasla daha çoğulcu idi. 100 yıl öncesinde pek bir fark yoktu. İngiltere’deParliament, İspanya’da Cortes ve Fransa Etats Gênêraux mücadele halindeydi. I. Elizabeth ve halefleri, Amerika ile sürdürülen ticareti tekelleştiremediler. Diğer monarşiler ise bunu başardılar. Dolayısıyla Atlantik ticareti ve sömürgecilik İngiltere’de kraliyetle çok az bir bağı olan geniş ve varlıklı bir tüccarlar grubu yarattı. İspanya ve Fransa’da durum farklı idi. İngiltere’nin gelişimini sağlaması çoğulcu grupların mücadelede başarılı olmasına bağlıdır. Bu farklılıklar Batı ve Doğu Avrupa’da daha belirgindi. Doğu’da serfliğin yaygın olması, buna karşılık Batı’da olmayışı, Kara Ölüm neticesinde Batı’da feodalizmin çözülmesi, Doğu’da ise ikinci bir serfliğe yol açması bu farklılıklarından bazılarıdır. 1600’de İngiltere’deki kraliyetin kontrol gücü Fransa ve İspanya’da monarşileri güçlendirirken İngiltere’de yeni kurumların ve daha büyük bir çoğulculuğun önünü açtı. Yazar, 1688 Devrimi’nde çoğulcu kurumlar oluşturmak için uğraşanların zaferini de ortada önceden belirlenmiş hiçbir şeyin olmamasına (sonuç tarihsel olarak önceden belirlenmiş değildir) ve “olumsal olaylara” bağlıyor. Çoğulcuların kazanmasında Atlantik ticaretinin de payı büyüktür. Ne de olsa muhalefeti zenginleştirmiştir. Fakat kritik dönemeçler her zaman başarılı bir siyasal devrimle sonuçlanacak diye bir kural yoktur. Sömürücü kurumlardan uzaklaştırmak yerine onlara götürecek değişiklikler de olabilir. Bunun olup olmaması da olumsaldır. Venedik Cumhuriyeti Ortaçağ’da kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlar yönünde büyük adımlar atmıştı. Ancak bu kurumlar 1688 sonrası İngiltere’de güçlenirken, Venedik’te dar bir elitin kontrolünde kalarak sömürücü kurumlara dönüştüler. XVIII. yüzyıl İngiltere piyasa ekonomisine dayalı kapsayıcı kurumların ve sürekli ekonomik büyümenin ortaya çıkışının etkileri tüm dünyada hissedildi. Özellikle de İngiltere’nin dünyanın büyük bir bölümünü sömürgeleştirmesine yok açtığı için. Fakat ekonomik ve siyasal kurumlar aynı şekilde yayılmadı. Sanayi Devrimi’nin yayılması tüm dünyada farklı etkiler doğurdu. Sebebi farklı bölgelerdeki farklı kurumlardı. Küçük farklılıklar ise kritik dönemeçler sayesinde zamanla büyümüştü. Bu kurumsal farklılıklar ve sonuçları, kısır döngüler ve verimli döngülerle, eksiklikleri olsa da bugüne kadar sürdüler. Neticede dünya eşitsizliğinin nasıl ortaya çıktığını gösteren işaret oldular. Bir diğer kritik dönemeç ise Fransız İhtilali idi. Fransız Devrimi, Batı Avrupa kurumlarının İngiltere’dekilere yaklaşmasına, Doğu Avrupa’dakilerin daha da uzaklaşmasına yol açtı. Amerika’nın keşfi ile ortaya çıkan kritik dönemeç ile İngiltere’nin kapsayıcı kurumları gelişti ise de Afrika’daki kurumları daha da sömürücü hale getirdi. Daha da kötüsü 1960’larda çoğu Afrika siyasal ve ekonomik kurumlarının gelişimi, bağımsızlığın bu sömürgelerdeki kurumların ilerlemesi için bir kritik dönemeç yaratmadı. Bunun yerine, liderlerden kaynaklı sömürü faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla devam etti. Sanayi Devrimi Afrika’da yayılmamıştır. Çünkü bu kıta sömürücü siyasal ve ekonomik kurumların devamlılığına ve yeniden üretime dayalı uzun bir kısır döngü tecrübe etmiştir. Latin Amerika’nın siyasal ve ekonomik kurumlarının 500 yıl boyunca İspanyol sömürgeciliği tarafından şekillendirildiği ortadadır. Fakat yazarın Ortadoğu’nunkilerin Osmanlı sömürgeciliği tarafından şekillendirildiği görüşü tartışmaya açıktır. Yazarın bu görüşü meseleye tamamen coğrafi, kültürel değil, kurumsal olarak yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Ortadoğu ile Latin Amerika birbirinden çok farklı iki ayrı bölgedir. Yazarın benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyarak karşılaştırmalı tarih yöntemini uygulamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu sosyal tarih açısından önemlidir. Ancak bu yöntemin uygulanması sırasında vermiş olduğu örneğin tek tek ve ayrıntılı olarak ele alınması zarureti vardır. Yani yazarın coğrafya, kültür ve ekonomi ile ilgili olmadığını, kurumsal yapı ile ilgili olduğunu söylemesinin bu karşılaştırma yöntemine aykırı olduğu görülmektedir. Ortadoğu’nun adı bir kere nereden gelmektedir? Bu coğrafyanın zenginliği nereden kaynaklanmaktadır? Hangi güçler burada emperyalist iddialarda bulunmakta ve bunun için nasıl bir politika izlemektedirler? Bölgenin toplumlarının zaman ve mekân açısından ortak kökenleri nelerdir? Bazı benzer ortak özelliklerinin olmasına rağmen, ortak kökenlerinin aynı olmasını beklemek ya da coğrafya, ekonomi, kültür vb. diğer şartlarını ayrı ayrı ve detaylı olarak görmezden gelmek büyük bir eksiklik olacaktır. Bu disiplinler arası koordinasyon ilkesine (ya da simbiyotik ilişkiye) aykırıdır. Bu tür bir yaklaşımın milliyetçilikten kaynaklanan bir ön yargı olduğu düşünülebilir. Buradaki geri kalmışlığın sebepleri arasında yazarın sözünü ettiği kurumsallaşmanın payı büyüktür. Ancak bunda coğrafya ve kültürel temelli kurumların işe yaramadığını, yalnızca ekonomik farklılaşma sürecinin bir yansıması olduğunu söylemek yanlış olmasa bile eksik olacaktır. Yanlış değildir, çünkü Sanayi Devrimi sonrasında İngiltere sömürgesi yaygınlaşmış, Afrika ve Ortadoğu ise yoksullaşmıştır. Eksiktir, çünkü Batı’nın zihniyeti zihniyetler çatışmasının başlangıç noktasıdır ve bu dile getirilmemektedir. Yalnızca birkaç yerde Batı’nın yayılması şeklinde basitçe geçmektedir. Yazarın Osmanlı Devleti ile ilgili vermiş olduğu ayrıntı ise dikkate değerdir. Aynı bir karşılaştırmayı içermektedir. Buna göre, Osmanlı Devleti mutlakiyetçi idi. Osmanlı Devleti’nin uygulamaya koyduğu ekonomik kurumlar ise sömürücü idi. Burada devletin sömürücü olduğu gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Kurumlar devleti oluşturan unsurlardan olduğu için, dolayısıyla burada devletin de sömürücü olduğu anlamı yatmaktadır. Özellikle kurum olarak ele alındığı için bunu yalnızca bu manada değerlendirmek gerektiğini vurgulamamız gerekir. Prof. Dr. Sadık K. Tural, “Yüzyıla Damgasını Vuran Önder Atatürk” adlı eserinin “Sömürgeciliğin Yöntemleri ve Bunu Yıkan Atatürk” adlı alt başlığında sömürgeciliğin önde gelen stratejilerini on madde ile açıklıyor. Buna göre ve genel bir çerçeveden meseleye yaklaştığımız zaman sömürülenin Osmanlı Devleti’nin kendisi olduğu anlaşılır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin bu dönemde kendi içinde ayakta durmaya ve devleti kurtarmak için çareler bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Meselenin yalnızca kurum tarihi olarak değerlendirildiğini tekrar ettikten sonra, Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısı ile birlikte bozukluklarına değinmemiz gerekir. Osmanlı Devleti’nde torak için özel mülkiyet söz konusu değildi. Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’ya, Anadolu’ya olduğu gibi ya da İspanyolların Amerika’ya hâkim olduğu ölçüde hâkim olmadığı açıktır. Belki de hiçbir zaman hâkim olamadı. Sürekli isyanlar ve hatta bir örnek olarak Yemen’in merkeziyetten uzaklığı ve kendi başına hareket etmesini gösterebiliriz. Nihayetinde Osmanlı Devleti buradan çekilirken vuruşarak çekilmiştir. Bu ise hâkim olma, sahip olma arzusu ve hissinin bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Vergi toplama işinde şahısların (mültezimlerin) devreye girmesi ile iltizam usulünün tıpkı ayanlarda olduğu gibi bürokratik yapının bozulmasında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Osmanlı’da reformcuzihniyetlerin genelinin Osmanlı bürokrasisi içinden çıkmasını, bürokrasinin tarihsel süreç içinde güçlü bir konuma yükselmiş olmasına bağlamak gerekir. Bununla birlikte Osmanlı bürokratlarının Batı ile deneyimi ve devletin toplumsal yapısında reformcu öğelerin yokluğu söz konusu idi. Osmanlı Devleti’nin kentsel alandaki ekonomik uygulamaları neticesinde Ortadoğu’nun ekonomik kurumlarının sömürücü niteliğe bürünmesi, bölgenin ekonomik olarak çökmesi şeklinde açıklamada bulunmak tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Burada gerçek olan şey Osmanlı Devleti’nin klasik dönemde bürokratik yapısının önemli derecede değiştiğidir. Merkezin gelirlerindeki daralmadan dolayı doğrudan vergileme yerine iltizam sistemine geçilmişti. Bununla birlikte kurumlarının bozulması ile birlikte ki buradan özellikle iktisadi, eğitim ve ordu anlaşılmalıdır, bürokrasi güçlü konumundan uzaklaşmıştır. Eşraf ve ayan diye anılan yerel seçkinler yine yerel düzeyde siyasi güce ortak olmuşlardır. Kısacası Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi sömürücü kurumlara rağmen hızlı büyümenin gerçekleşebilmesi için merkezi bir devlet kontrolü gerekir. Ancak bu büyüme deneyimi teknolojik değişim içermediği ve sürdürülebilir olmadığı zaman büyüme sonunda duracaktır. Neticede büyüme sınırlı olmuş olacaktır. Bu sınırı, devletin sömürücü yoluyla elde ettiklerinin kontrolünü ele geçirmek isteyen rakip gruplar arasındaki iç çatışmaların varlığı ile de açmak gerekir. Yazarın, Kongo Nehri’nin batısında bulunan Lele halkı ile doğusunda bulunan Bushong halkını karşılaştırmasında da aralarındaki farklılık sebebi kurumsallaşma ile ilgilidir. Lele halkı Bushong halkına göre çok daha fakirdi. Yazar, Lele halkının daha geri avcılık ve tarım teknolojisi kullanmasının nedenlerinin coğrafya, cehalet ve kültürle bir ilgisinin olmadığını ifade ediyor. 1610’da doğuda siyasal bir devrim gerçekleşti ve Shyaam adlı bir adam Kuba Krallığı’nı yarattı. Shyaam, bir devlet ve siyasal kurumlar inşa etti. Kendisi ve halefleri vergi toplamak için bürokrasi, adalet için hukuk sistemi ve polis kuvveti oluşturdu. Ancak her şeye rağmen bu düzen sömürücü ve mutlakiyetçi idi. Gerçekleştirilen siyasi devrim ekonomik devrime yol açtı. Tarım yeniden örgütlendi ve yeni teknolojiler kullanıldı. Tarımda insan gücüne olan ihtiyaç arttı. Evlenme yaşı yirmiye düştü. Batı’da (Lele’de) evlenme yaşı otuz beş idi. Shyaam ve adamları Kasai’nin doğu kıyısına kapsayıcı ekonomik kurumlar getirmeseler de belirli ölçüde merkeziyetçilik, kanun ve düzen getirmişlerdi. Ancak Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi Kuba Krallığı’nda da yaratıcı yıkım ve başlangıçtaki değişimi izleyen teknolojik yenilikler yoktu. Kısacası Shyaam’ın faaliyetleri sömürücü kurumlar vasıtası ile sınırlı ölçüde bir ekonomik başarıya nasıl ulaşılabileceğini gösteren bir başka örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Sömürücü kurumlar tarihte çok yaygındır. Çünkü bunun güçlü bir mantığı vardır. Sınırlı bir zenginlik üretebilir. Bunu küçük bir elitin kullanımına sunar. Bu büyümenin gerçekleşebilmesi için siyasi merkeziyet olmalıdır. Sömürücü büyüme potansiyeli siyasi merkeziyet için itici bir güç sağlar. Ancak sömürücü kurumların ürettiği büyüme kapsayıcı kurumlara dayalı büyümeden yapısal olarak çok farklıdır. En önemlisi, sürdürülebilir değildir. Sömürücü kurumlar doğaları gereği yaratıcı kurumu teşvik etmezler. Ancak sınırlı miktarda teknolojik ilerleme sağlarlar. Bu yüzden büyümeleri sınırlıdır. Otoritenin karar alma gücünün 1688’de parlamentoya geçmiş olması anayasal ilkeler adına önemli idi. William, belirli anayasal kurallara gerek kalmadan önceki kralların pek çok uygulamasından vazgeçti. Yargının kararlarına müdahale etmekten çok ömür boyu gümrük vergisi almak gibi önceki haklarından vazgeçti. Parlamentonun kral üzerindeki zaferi mutlakiyetin sona erdiğini gösteriyordu. Parlamento artık devlet üzerinde sıkı bir kontrole sahip oldu. Harcamalar parlamentonun eline geçince en çok donanmaya yatırım yapıldı. Böylece üyelerinin çoğunluğunun denizaşırı ticaretteki çıkarları güvence altına alınmış oldu. İngiltere’de yaşanan değişim diğer ülkelerden farklı oldu. XVII. yüzyılda sömürücü kurumların temelinde tekellerin yattığını belirtmiştik. Bunlar 1623’te Tekel Kanunu ile sarsıldı. Parlamento halkın hayatını zorlaştıran tüm yerli tekelleri kaldırdı. Bunlardan biri Royal African Company idi. Bu şirket bol kazançlı Afrika köle ticareti üzerine tekel kurmuştu. 1688 sonrası tekel imtiyazlarının ancak parlamento tarafından yasa ile sağlanabilmesi gerçekleştirildi. Böylece gelecekteki tüm tekeller parlamentoya teslim ediliş oldu. Parlamenterler, 1688 sonrasındaki ekonomik kurumlardaki kararlılığın ve yeni siyasal duyarlılığın boy gösterdiği bu yeni maceranın yanı sıra, ekonomik kurumalarla da devlet politikasında bir dizi kilit değişiklikler yapmaya koyuldular. Bu değişiklikler Sanayi Devrimi’ne yol açacak değişikliklerdir. Mülkiyet haklarının güçlendirilmesi, vergilendirmek ya da engellemek yerine imalatı artırmak için, ekonomik kurumlarda reform süreci bunlar arasındadır. Yıllık vergi olan Ocak Vergisi, William ve Mary’nin 1689’da tahta çıkmasından kısa bir süre sonra kaldırıldı. Bunun yerine toprak vergilendirildi. Görkemli Devrim’in ardından bankacılık ve finans alanlarında bir büyüme olsa da bu süreç 1694’te sanayii için bir fon kaynağı olarak Bank of England’ın kurulması ile pekiştirildi. Bu bankanın kuruluşu mali piyasalarda ve bankacılıkta önemli bir büyümeye yol açacak çok daha kapsamlı bir mali devrime zemin oluşturdu. Bu çerçevede İngiltere bu zamanda kapsayıcı siyasi ve ekonomik kurumların temelini atmaya başladı. O günün devlet bütçesine bugün ulaşamayan (Örneğin Sahraaltı birçok bölgede) devletler vardır. Yine de modern olabilmek için 1688 sonrası beklenmeliydi. Sanayi Devrimi, İngiliz ekonomisinin her alanında kendini gösterdi. Taşımacılıkta, metalürjide ve buhar gücünde büyük gelişmeler kaydedildi. En önemli gelişme ise tekstil ürünlerinin üretimi için fabrikaların geliştirilmesi idi. Bu değişim Görkemli Devrim ile mümkün olmuştu. Bu gelişme 1640 yerli tekellerin kaldırılması, farklı vergiler ve finans imkânları ile doğrudan ilgiliydi. Bunun yanında ekonomik kurumların daha emniyetli ve daha etkili mülkiyet haklarına dayanarak, yenilikçi ve girişimcilerin lehine yeniden yapılandırılması önemli katkılar sağladı. Taşımacılık devriminin ve toprağın yeniden örgütlenmesinde mülkiyetin doğasını değiştiren parlamento kararları yatıyordu. Çoğulcu siyasal grupların bir faydasını da bir grubun diğerine engel olmasının önüne geçmesinde görüyoruz. Yeni fikirleri olan insanlar buradaki değişim ve dönüşüm için hayati idi. İşte İngiltere’de düşünce özgürlüğü ve yeni fikirlere açık olma, yeteneklerin kendilerini göstermesine imkân tanıma gibi hususlar ön planda oldu. 1789 Fransız İhtilali’nin felsefi arka planını da bu alandaki gelişmeler oluşturmuştu. Bu noktada da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde 19 Şubat 1932’de kurulan Halkevlerini örnek göstermemiz mümkündür. Fahri hizmet esasına göre kurulan ve işleyen Halkevlerinde herkesin kendi uzmanlık, istek ve yeteneklerine göre kolayca bir çalışma alanı bulabilmesi için Halkeviçalışmaları faaliyet şubelerine ayrılmıştı. Pamuktaki hızlı büyümenin yünlü sanayiinin büyük bölümünü yok etmesi, yaratıcı yıkım ile ilgilidir. Yaratıcı yıkımın yalnızca ekonomi ile ilgili olmadığını gösteren örnekler tarihte mevcuttur. Yaratıcı yıkım, ekonominin yanında sosyal, siyasi, hukuksal, kurumsal bir kavramdır. Yaratıcı yıkım sadece gelir ve zenginliği değil, siyasal gücü de dağıttı. 1832’de ilk Reform Yasası çıktı. Bazı bölgelerde oy hakkı tanındı. İmalatçıların parlamentoda temsil edilebilmeleri için oy tabanı genişletildi. Yaratıcı yıkım, eskiyi yeniyle değiştirmektir. Güncelliğini yitirmiş, çağa ayak uyduramamış şirketler de aynı durumdadır. Zaman her insana ve her topluma göre farklı algılanır. Zaman geçtikçe insanlar, toplumlar, onların fikir vedüşünceleri ile ihtiyaçları da değişir. Geçerliliği kalmamış fikir ve düşünceleri ortadan kaldırmak piyasa koşullarının ve bilgi ekonomisinin bir gereğidir. Bundan dolayı yaratıcı yıkımı benimseyen kurumlar, bir taraftan yok olurken, diğer taraftan yeniden doğarlar. Sanayi Devrimi, kapsayıcı ekonomik kurumları nedeniyle İngiltere’de başladı ve burada gelişti. Bu kurumlar da Görkemli Devrim ile ortaya çıkan kapsayıcı siyasal kurumların attığı temel üzerine inşa edilmişlerdi. Görkemli Devrim sonrası İngiltere'de mülkiyet haklarının güçlenmesinin yanı sıra akılcılık ön planda oldu. Dış ticaret hacmi gelişti. Sanayiinin ilerlemesinin önündeki engeller kaldırıldı. Bireye, düşüncelerine ve becerilerine değer verilmesi ile bu gelişmeler hız kazandı. Mutlakiyetçiler ile karşıtları arasındaki mücadele esasen İngiltere’deki değişimin temel nedenidir. Neticede Görkemli Devrim anayasal idareye ve çoğulculuğa dayalı yeni bir rejim doğurdu. Kara Ölüm neticesinde Batı ile Doğu Avrupa birbirinden tamamen uzaklaşmaya başlamıştı. Magna Carta gibi belgeler Batı’da daha etkili oldu. Güç artık elitlerden yurttaşlara geçiyordu. Atlantik ticareti yapan zenginlerin mutlakiyetçilere karşı zafer kazanması ve farklı ekonomik kurumların oluşturulması onları daha da güçlendirmişti. Diğer ülkelerde (İspanya, Fransa, Portekiz) kralların otoritesi devam etti. Farklı ekonomik kurumlar mutlakiyetçiliği sonlandırıyordu. Bu geniş tabanlı kurum sayesinde siyasi kurumlar çoğulcu oluyor ve talep giderek artıyordu. Fransa ancak 1789 İhtilali’nden sonra mutlakiyetçiliğin sona ermesinin ardından kapsayıcı kurumların önünü açtı ve sanayileşmeye başladı. Geniş tabanlı koalisyonun öncülüğünde Görkemli Devrim gerçekleşmiş, üyelerinin hepsine kısıtlama getiren anayasal bir rejim inşa edilmişti. İşte bu geniş koalisyon 1688 sonrası güçlü bir parlamentonun oluşmasında hayati bir role sahipti. Üyelerinin aşırıya kaçmaması kontrolü ise denetim mekanizması idi. Bu geniş tabanlı koalisyonun güçlenmesi ise kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumların güçlü ve sürekli olmasında önemli rol oynadı. Bununla birlikte bir diğer etken de olumsallık idi. Yani mevcut şartlarda ve kritik dönemeçlerde İngiltere’nin izlediği yol diğer ülkelerden daha farklı seyretti. Yazar, İngiltere’de ortaya çıkan ekonomik değişikliklerin Osmanlı Devleti’nde cereyan etmemesinin nedenini yalnızca Osmanlı Devleti’nde ekonomik ve siyasal kurumların işleyişine ve mutlakiyetçilik anlayışına bağlıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bir meseleyi değerlendirirken tek taraflı yaklaşmak oldukça tehlikelidir. Bu arada Osmanlı Devleti söz konusu olduğunda eleştirel yaklaşımımızın olması, bir savunma politikası izlediğimiz anlamına gelmemelidir. Ancak Osmanlı Devleti’nin sömürgeci bir yapıya sahip olduğunu söylemek bir peşin hükümden ibarettir. 1839, 1856- 1876 gelişmeleri, esasen Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi olup dış kaynaklı gelişmiştir. Bize göre aradaki farklılığın temel nedeni zihniyet ve algıdır. Buradan eğitim anlayışı ve teknolojik gelişmelere ayak uyduramamak anlaşılmalıdır. Osmanlı Devleti, Batı karşısındaki geri kalmışlığının ordusunun yenilgilerinden kaynaklı olduğuna inanıyordu. XVIII. yüzyıl sonlarında ilk ıslahat hareketleri askeri alanda yapılmıştır. Hâlbuki teknoloji, bilim, özgür düşünce konularında geri kalmışlık aradaki farklılığın sebebidir. Bizim savunduğumuz düşünce, bu geri kalmışlık veyahut İngiltere’deki gelişmelerin Osmanlı Devleti’nde yaşanmaması meselesinin yalnızca kurumların işleyişine bağlanmasının eksik bir yaklaşım olduğudur. Batı’nın Sanayi Devrimi sonrasında hammadde arayışı, kendilerine kaynak bulma düşüncesi Osmanlı topraklarının sömürülmesi ile neticelenmiştir. Bu durumda ayakta durmaya çalışan Osmanlı Devleti, bunun için elinden gelenin en iyisini yapamamıştır. Bunda elbette mutlakiyetçiliğin de rolü vardır ve hatta büyüktür. Ancak bu noktada yazarın ifade ettiği gibi meselenin coğrafya (ve kültür) ile ilgili olmadığını söyleyemeyiz. Osmanlı toprakları Büyük Savaş’ın geliştiği ve yaşandığı coğrafya idi. Bunu görmezden gelmek belki de sömürgeciliği meşrulaştırmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Kaldı ki bu hata tarihçiyi ortaklık (symbiotic), bütüncül (holistic) ve disiplinler arası (interdisciplinary) ilkelerinden mahrum bırakacaktır. Böyle olunca tarihçinin telafisi zor olan hatalara sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunun yerine yazarın Osmanlı Devleti’nin iç ve dış şartları ile birlikte parlamenter sisteme doğru ilerleyişini detaylı olarak ortaya koyması beklenirdi. Sömürgecilik anlayışını meşrulaştırmaktan söz ettik. Bunu Batı’nın geri kalmış toplumların siyasi bir merkeziyetçilikten yoksun olmalarına bağlamasında görmek mümkündür. Bu merkeziyetçiliğin temeli demokrasidir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin özünü de bu geri kalmış ülkelerde siyasi merkeziyetçiliği baskı ile de olsa sağlamak düşüncesi yatmaktadır. Ayrıca Osmanlı Devleti kozmopolit bir yapıda idi ve ticareti azınlıklar elinde tutuyordu. Bu azınlıkları ve Atlantik ticareti zenginlerini göz önüne alırsak bu ifademizin haklılık payı yükselir. Çünkü Osmanlı Devleti Batı’dan farklı olarak yönetimde dine ve dinlere saygılı idi. Belki de gerçekten sömürgeci bir devlet olsaydı bugün İngiltere veya Amerika gibiçok zengin bir ülke olabilirdi. Disiplini ve düzeni sağlayacak ekonomik güçten yoksun olan bir devletin kapsayıcı ekonomik ve siyasal kurumları oluşturması, geliştirmesi ve denetlemesi beklenemez. Bu noktada farklılığın temel sebebi önce dış, sonra iç kaynaklı ekonomik, sonra dinidir. Savaşların iki temel nedeni de budur. Din kültürel farklılığa işaret eder ki bu nokta da kültürü de görmezden gelemeyiz. Aksi takdirde ortak bir sistemde ya da zihniyette olunması gerekirdi. Günümüzde yaşanan ve kuvvetle muhtemel ileride yoğun olarak yaşanacak olan kültürel farklılıkları (özellikle teknoloji çerçevesinde) düşünürsek, bundan sonra yaşanacak olan savaşların da temelde kültürel kaynaklı olacağı görülebilir. Bugün var olan dünya eşitsizliğinin nedeni, bazı ülkelerin XIX. ve XX. yüzyıl boyunca Sanayi Devrimi’nden yararlanabilmesine karşın diğerlerinin buna imkân bulamamasıdır. Bu noktada teknolojik gelişim hayatidir. Söz konusu geri kalmışlığın mutlakiyetçi rejim, merkeziyetten yoksunluk ve sömürücü kurumlara sahip olma gibi temel nedenlerinin olduğu anlatıldı. Bununla birlikte yazar nihayet Avrupa’nın ticareti ve sömürgeci yayılmacılığını da bir sebep olarak gösteriyor. Ancak bu bize göre en önemli sebeptir. Yoksul olan bölgelerin kurumlarının sömürücü veya kapsayıcı olması da bundan kaynaklıdır. Yine Batı’nın böl, parçala ve yönet stratejisi ile sömürücü kurumların yerleşmesi ve gelişmesinin sağlanması da bu cümledendir. Kaynakça Kategori:2012 kitapları
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri