43 yaşındayım ve bir süredir hal ve hareketlerimizin kökünü arıyorum. Acaba ne oldu da, ne travma yaşadım da böyle bir karar aldım diye düşünüyorum. Bunlardan biri utu kullanmamak. Aile evinden ayrıldığından beri utu kullanmıyorum ki giyim ve kuşamıma dikkat eden biriydim. (Utusuz kıyafetlerle ne kadar dikkat ediliyorsa artık.) Ama sanırım sorunun kaynağını buldum. Sobalı evde büyümuş bir çocuğum. Pazar günleri banyo yapıp soba karşısında ısınanlardan. Banyodan sonra, televizyonda pazar gecesi sinemasını izlerdim. Babam kestaneleri pişiririr, annem çayı demler, kardeşim de soba üstünde ekmek kızartırdı. Mis kokulu pijamalarımı giymiş, babam ve kardeşim ile televizyondaki filmi izler ve sohbet ederdik. Ama annem, haril haril haftalık utusunu yapardı, hem de ayakta, ertesi gün 8 saat ayakta ders anlatmayacakmış gibi. Sabah tan ertesi günün yemeklerini hazırlamamış, bütün bir haftanın ev temizliğini yapmamış gibi. Anne bu hiç yorulmaz senin gözünde. Çay da içemez, kestane de yiyemez, çünkü o utu yatmadan bitmeli. Film biter ama utu bitmez, dev gibi çamaşırlar hiç azalmaz sanki, ama benim ertesi gün giyeceğim pantolonum, önlüğüm ve yakagım utulanmıştır. Hatta iç çamaşırlarımızı bile utulemiştir annem. Yatma saatim gelir, annem daha çarşafları ve kalan kıyafetleri utuleyecektir. İyi geceler der yatarım. Uyur uyanirim, oturma odasının ışığı hala yanmaktadir çünkü annem hala devam eder haftalık utu rutinine. Anne bu hiç yorulmaz, hiç şikayet etmez. Anne, biliyor musun ben iste bu yüzden artık hiçbir kiyafetimi utulemediğimi fark ettim. Pazar akşamları kestaneyi seninle beraber yiyip, çayını beraber içip filmi beraber izleyebilirdik. Çocukken yaşadığım bu olay belki de travma, annenin hiç durmadan çalışmasının, yorulmazmış gibi davranmasının ve kendine hiç vakit ayıramamasının üzerimde bıraktığı derin izlerden kaynaklanıyor. Seninle geçiremediğim o anların eksikliğini hep hissettim. O yüzden benim evimde utu yok, kıyafetlerimi utulemiyorum ama değerini bildiğim bir annen hala var.