Dünyanın karşı karşıya kaldığı felaketler ve sorunlar hakkında konuşurken, genellikle sorunun asıl nedenlerini ve derinliklerini görmezden geliyoruz. Konuşmalarımız yüzeysel kalıyor ve gerçek bir değişim veya çözüm getirmekten uzak kalıyor. Bu durum, kendi kendimizi kandırmamızdan ve sorumluluktan kaçmamızdan kaynaklanıyor.
Gerçek bir sorumluluk duygusu, diğer insanların acılarını ve sevinçlerini hissedebilmeyi ve bu acılara karşı duyarlı olmayı gerektirir. Ancak biz, kendi kendimizi tatmin eden ve kendilik değerimizi artıran suçluluk duygularıyla avunuyoruz. Bu tür suçluluk, karşımızdaki kişiye verdiğimiz acı veya onun durumunu kötüleştirme konusunda hissettiğimiz bir duygudaşlıktan değil, "doğru olanı" yapmamamızın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu içsel suçluluk duygusunu kabul etmeden, aynı hataları tekrar ediyor ve yıkıcı davranışlarımıza devam ediyoruz.
Ayrıca, şiddet ve yıkıcı eylemlerimizin köklerine inmek yerine, onları "yüksek idealler" adına haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Bu, bizi daha da tehlikeli hale getiriyor ve sorunları çözmekten çok uzaklaşmamıza neden oluyor. Arno Gruen'in de belirttiği gibi, bu durum bir tür "mitgefühls kaybı", yani duygudaşlık ve empati eksikliği yaratıyor.
Bu yazı, kendi yıkıcı davranışlarımız ve dünyadaki sorunlara karşı sorumsuzluğumuz hakkında içsel bir uyanış çağrısı niteliğindedir. Gerçek bir değişim ve iyileşme için, bu sorunları görmezden gelmeyi bırakmalı ve sorumluluk almalıyız. Sadece o zaman gerçek bir fark yaratabilir ve daha iyi bir dünya için çalışabiliriz.
Gerçek bir sorumluluk duygusu, diğer insanların acılarını ve sevinçlerini hissedebilmeyi ve bu acılara karşı duyarlı olmayı gerektirir. Ancak biz, kendi kendimizi tatmin eden ve kendilik değerimizi artıran suçluluk duygularıyla avunuyoruz. Bu tür suçluluk, karşımızdaki kişiye verdiğimiz acı veya onun durumunu kötüleştirme konusunda hissettiğimiz bir duygudaşlıktan değil, "doğru olanı" yapmamamızın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu içsel suçluluk duygusunu kabul etmeden, aynı hataları tekrar ediyor ve yıkıcı davranışlarımıza devam ediyoruz.
Ayrıca, şiddet ve yıkıcı eylemlerimizin köklerine inmek yerine, onları "yüksek idealler" adına haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Bu, bizi daha da tehlikeli hale getiriyor ve sorunları çözmekten çok uzaklaşmamıza neden oluyor. Arno Gruen'in de belirttiği gibi, bu durum bir tür "mitgefühls kaybı", yani duygudaşlık ve empati eksikliği yaratıyor.
Bu yazı, kendi yıkıcı davranışlarımız ve dünyadaki sorunlara karşı sorumsuzluğumuz hakkında içsel bir uyanış çağrısı niteliğindedir. Gerçek bir değişim ve iyileşme için, bu sorunları görmezden gelmeyi bırakmalı ve sorumluluk almalıyız. Sadece o zaman gerçek bir fark yaratabilir ve daha iyi bir dünya için çalışabiliriz.