Ankara'ya ilk adımı attığımda, etrafımda günahlarla dolu bir şehir olduğunu hissettim. Kızılay'ın tam ortasında bulunan otel odamda yalnız kalmıştım. Odanın soğukluğuyla içimi bir hüzün kaplamıştı. Geceyarısında, odamın penceresinden dışarıyı gizlice seyrediyordum. Ankara, hırsızları, uyuşturucu satıcılarını ve katilleri barındırıyordu. Binlerce insanın bu şehirde kaybolup gittiğini düşündüm ve senin umursamaz tavrın beni derinden etkiledi. Her gün yeni günahlar işleyerek, gece gündüz demeden hazırlıklar yapıyordun. İçimdeki duygu da değişiyordu, artık sendeki o soğuk ve günahkar yüzü farklı bir gözle görmeye başlamıştım. Ankara, o kadar günahkar bir şehirdi ki, geceyi renklendiren ışıklar bile karanlığını örtemiyordu. Birden irkildim ve kendimi kaybolmuş hissettim. Otel odamda yalnızca başıma hüzne boğulmuş, soğuk ve uzaklaşmış hissediyordum. Hemen bu şehirden uzaklaşmalıydım, aksi halde bambaşka bir yer olacak, benden günahkar şehir... Kırmızı seslere ve zaman zaman cehennem esintilerine sahip Ankara, farkında olmadan kendi elleriyle ölümü resmediyordu. Günahkar mevsimlerin uyanışıyla dolup taşan bir şehir...